Tarafsız: İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye Dış Siyaseti

İkinci Dünya Savaşı… Bir yeni cihan harbi gelene kadar tarihin gördüğü en kanlı savaş. Ve bu savaştan uzak kalmayı başaran, dünyanın merkezinde bulunan, yeni sosyete, yeni devlet: Türkiye Cumhuriyeti. Türkiye gibi jeopolitik açıdan önemli konumda bulunan bir devlet için tüm dünyanın katıldığı bir savaşa katılmamak, yadsınamaz bir politika başarısıdır. Dönemin siyasetçilerini seven ve sevmeyen birçok kişi aynı fikirdedir: Savaşa girmemek doğru bir karardı.

Barış Üzerine

Savaş boyunca aktif tarafsızlık politikası ve “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi benimsenmiş, savaşın son ayları haricinde Türkiye Cumhuriyeti herhangi bir tarafta yer almamıştır. Müttefiklerin bütün ısrarlarına rağmen Ankara Hükümeti savaşa girmeme konusunda ısrarcı olmuş, İsmet İnönü tarafsızlık politikasını mütemadiyen devam ettirmiştir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra cumhurbaşkanlığı koltuğunu İsmet İnönü devralmış ve tek partili siyasi düzen, uluslararası arenada yaşanan kargaşalar ve siyasi sebeplerden ötürü devam etmiştir. Bu dönemdeki dış politika karar vericisi İsmet İnönü’dür. İnönü döneminde Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Şükrü Saraçoğlu ve Numan Menemencioğlu gibi isimler nispeten karar verici ve uygulayıcı olsa da son karar İsmet İnönü’nündür. Bu isimler genellikle Avrupalı devletlerin büyükelçileriyle görüşmeler yapmış (özellikle İngiltere, Almanya, Fransa ve Sovyetler Birliği) ve İnönü’nün tarafsızlık politikasını benimsemişlerdir.

Bazı Meseleler

Savaşın başlamasından önce İtalya’da diktatörlük yapan Mussolini, Türkiye’ye çeşitli mesajlar vererek ve Oniki Ada’yı silahlandırarak, Akdeniz’de Roma’yı tekrar kurmak istiyordu. Almanya Büyükelçisi Franz von Papen ile görüşen İnönü, büyükelçiye karşı İtalya konusunda tedirginliklerini ve Almanya ile herhangi bir sorunu olmadığını dile getirmiştir. Başlıca Arnavutluk işgalindeki sertlik ve Oniki Ada’nın silahlandırmasını bahis açmış, bunun karşılığında Von Papen, ilgileneceğini söylemiştir. Büyükelçi bu endişeleri Almanya’ya bildirmiş ve Türklerin, İngilizlerle yakınlaşmasının sebebi olarak İtalya’yı göstermiştir. Von Papen’in bu girişimleri Mussolini’nin tavırları neticesinde sonuç bulmamıştır.

İtalya’nın 7 Nisan 1939’da Arnavutluk’u işgal etmesiyle birlikte tedirginlik artmış, İngiltere ve Fransa ile yakınlaşma kararı alınmıştı. Franz von Papen’in görevi her ne kadar Türkiye’yi İngiltere ve Fransa’dan uzaklaştırmak olsa da İngiltere Büyükelçisi Hugessen’in görevi de Türkiye ile bir ittifak kurmaktı. Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ile Büyükelçi arasında yapılan görüşmeler sonucunda İsmet İnönü’nün imzasıyla 12 Mayıs 1939’da bir Türk-İngiliz Ortak Deklarasyonu ilan edildi. Deklarasyona göre Akdeniz’de çıkacak bir savaş sonucunda iki ülke de birbirlerine yardım edecekti. Bu durum Almanya’yı fena halde kızdırdı.

Fransa ile ortada bir Hatay sorunu vardı. Fransa Büyükelçisi René Massigli, İsmet İnönü’yü Lozan’da tanımıştı ve deneyimli bir diplomattı.[1] Büyükelçi Fransa’nın Hatay’da herhangi bir çıkarı olmadığını düşünmüş ve bu konuda Paris’i ikna etmeye çalışmıştı. Paris’in fikirleri biraz geç değişse de nihayet Gazi Paşa’nın şahsi meselesi anavatana katılmış Hatay’da Türk askeri coşkuyla karşılanmıştı. Bu netice sayesinde tıpkı İngiltere’yle olduğu gibi Fransa’yla da deklarasyon imzalandı. Fransa ve İngiltere her ne kadar coğrafi olarak Anadolu’ya uzak kalsa da Suriye Fransa’nın, Irak’ta İngiltere’nin himayesindeydi. Yapılan bu hamleler neticesinde Türkiye Güneydoğu sınırını güvence altına almış ve İtalya tehdidi bir nebze de olsa giderilmişti.

Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesi sonrası 3 Eylül 1939’da İngiltere ve Fransa’nın Almanya’ya savaş açmasıyla beraber Türkiye için bir güvence ittifakı artık şarttı. Öncelikle Şükrü Saraçoğlu Moskova’ya bir ziyarette bulundu. Dört gün sürmesi gereken ziyaret tam üç hafta sürdü. Bu görüşmeler esnasında Sovyetler Birliği, boğazlarda hak talep etmiş ve bu durum Türkiye’nin Sovyetler’e karşı bir çekince oluşturmasına sebep olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan beri dostluk çerçevesinde politika giden iki ülkenin arasına buzlar girmiştir. Bu olaylar sonrasında Stalin’in Kars ve boğazlar talebinin temeli oluşmuştur. Üstelik Saraçoğlu’nun ziyareti sırasında Moskova’ya gelen Almanya Dışişleri Bakanı Joachim von Ribbentrop’un, Molotov ile görüşmesi ve bu görüşme için Saraçoğlu’nun bekletilmesi kafalarda soru işareti oluşturmuştu. Sonrasında Molotov-Ribbentrop Paktı duyurulmuş ve Ankara için Sovyetler ile ittifak defteri kapanmıştı.[2]

Sovyetler’le yapılan müzakerelerin başarısız olmasından sonra 19 Ekim 1939 tarihinde Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında bir ittifak anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya eklenen iki protokol vardı: Türkiye, Sovyetler Birliği ile herhangi bir silahlı çatışmaya zorlanmayacak; Türkiye, anlaşmada taahhüt edilen askeri yardımların tamamen verilmesi şartıyla savaşa girecek.[3] İnönü, bu iki protokolü sebep göstererek birçok kez savaştan uzak kalmayı başarmıştır. Üstelik Türkiye’ye, anlaşmaya göre 16 milyon sterline eş altın ve 25 milyon sterlin kredi verilmesi kabul edildi. Savaş başladıktan sonra İngiltere ve Fransa’nın askeri ihtiyaçları sebebiyle Türkiye’ye vaat edilen yardımlar tam anlamıyla verilmemiş, bu sebeple Türkiye savaşa girmemişti. 1940 yılında İtalya da bu savaşa dahil olmuş ve savaş artık Akdeniz bölgesine intikal etmişti. Avrupalılar tekrardan Türkiye’nin savaşa katılmasını istemiş fakat tekrardan aynı protokoller devreye sokularak geçiştirilmiştir. Sovyetler ile karşı karşıya gelme riski Türkiye için İtalya’dan da büyük bir tehditti. Şayet, İtalya Yunanistan’a saldırdığında da yine bu protokoller öne sürülerek savaş dışı kalınmıştır.

Savaşın başlangıcında Türkiye’den uzak olan Almanya, Bulgaristan işgali ile birlikte artık komşu olmuştu. Bu durum Ankara’da büyük bir panik yarattı ve hükümet diken üstünde beklemeye başladı. Almanya ve Orta Doğu petrolleri arasındaki tek engel Türk topraklarıydı. Trakya ve İstanbul’daki halk Anadolu’ya kaydırılmıştı. Hitler ise İnönü’ye iyi niyet mektubu gönderdi. İnönü’de aynı şekilde karşılık verdi ve iki devlet de birbirlerinin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini kabul ettiğini beyan etti. Hatta adalar ve bölge üzerinde düzenlemeler yaparak Türkiye savaşa sokulmaya çalışıldı fakat Türkiye duruşunu tekrardan korudu. Von Papen anılarında, Türkiye jeopolitiğinin yıldırım harekâtına uymadığı söylenerek Hitler’in ikna edildiği yazmaktadır.[4] 2018 yılında Pembe Köşk’e yaptığım bir ziyarette bizzat İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker ile sohbet etme fırsatım oldu. Kendisinin anlattığına göre İsmet İnönü o dönemde aşırı stresliymiş ve uyuyamıyormuş. Bir gün uykuya daldığında danışmanları onu uyandırmış ve Hitler’in sonraki hedefinin Kafkasya olduğunu belirtmişler. İnönü ise bu haber üzerine evin her yerinden duyulabilecek kahkahalar atmış.

Almanya’nın Sovyetler’e saldırmasıyla beraber Müttefik Devletleri baskılarını daha da arttırmış, hatta Türkiye’yi bu tutumunu devam ettirmesi halinde savaş sonrasında yaptırımlar yapacağı yönünde uyarmışlardır. Nitekim Türkiye, Balkanlar’da barış istemesi gibi sebepler sunarak yine savaşa katılmayı uzatmış, fakat uluslararası arenada kendine yer edinmek için savaşın son aylarında Almanya’ya savaş ilan etmiştir.

Sonuç Olarak

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’nin yürüttüğü dış politika, dengelerin en hassas olduğu bir dönemde ülkenin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumayı başarmıştır. İsmet İnönü’nün “aktif tarafsızlık” politikası, dönemin dışişleri bakanları Numan Menemencioğlu ve Şükrü Saraçoğlu gibi isimlerin katkılarıyla şekillenmiş; bir yandan İngiltere’nin baskısı, diğer yandan Sovyet-Alman-İtalya tehdidi ustaca dengelenmiştir. Türkiye, savaşın sonunda yıkımdan uzak kalmayı başarmış ve savaş sonrası uluslararası sistemde yerini alacak şekilde konumlanmıştır. Bu süreç, Türk diplomasisinin en çetin sınavlarından biri olarak tarihe geçmiş ve ülkenin “tarafsızlık” kavramını stratejik bir araç olarak nasıl kullandığının en açık örneğini oluşturmuştur.

[1] Altay Öymen (2002), “Bir Dönem Bir Çocuk”, 3. Baskı, İstanbul: Doğan Kitapçılık, s.122

[2] Eric Jan Zürcher (2023), “Modernleşen Türkiye’nin Tarihi”, 7. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınclılık, s.239

[3] Selim Deringil (1989), “Turkish Foreign Policy During The Second World War: an ‘active’ neutrality,” Cambridge: Cambridge University Press, 191.

[4] Yuluğ Tekin Kurat (1975), “Elli Yıllık Cumhuriyetin Dış Politikası”, Belleten, Cilt 39, s. 265-308

Add Your Comment