Üstünlük Adı Altında Etkisizlik Paradoksu
Uluslararası hukuk, basit bir tanım yapacak olursam toplumlararası ilişkileri düzenleyen hukuktur; toplumların hukukudur. Adında bir “üstünlük” vaadi taşısa da, günümüz dünyasının kanayan yaraları olan soykırımlar, katliamlar ve insanlık suçları karşısında bu hukukun gerçekteki gücünü sorgulamak bir zorunluluktur. Ben, uluslararası hukukun adından anlaşılacağı üzere devletlere zorunlu bir bağlayıcılık ve mutlak bir üstünlük getirmesi gerektiğine inanıyorum. Ne var ki, bu hukuk dalı temelden bir paradoks üzerine kuruludur: Rızaya Dayalıdır. Herhangi bir zorlama ya da yaptırım gücü neredeyse yoktur; zira herhangi bir zorunlu yargı mekanizması bulunmamaktadır. Uluslararası antlaşmaların bağlayıcılığı dahi yalnızca antlaşmaya taraf olan devletleri ilgilendirir. Diğer hukuk dallarıyla ilişki içinde olmasına rağmen, bu rıza zafiyeti, uluslararası hukukun pratikteki etkisini kökten zayıflatmaktadır.
Hukukun Dayanağı Tartışması: Nereden Çıktı, Neden Bağlayıcı?
Uluslararası hukukun bağlayıcılığının dayanağı yüzyıllardır tartışılmaktadır. Hukukçular, temel olarak iki sorunun cevabını aramaktadır:
1) Uluslararası hukuk nasıl ortaya çıktı?
2) Uluslararası hukuk kurallarının bağlayıcılığının dayanağı nedir?
Bu noktada üç temel görüş öne çıkar:
1) Doğal Hukuk Görüşü: Evrende belli bir düzen olduğu ve hukuk kurallarının kendiliğinden oluştuğunu savunur. Bağlayıcılığını ya Tanrısal bir iradeye ya da evrensel akla ve mantığa dayandırır.
2) Objektivist Görüş: Kendi içinde ikiye ayrılır. Toplum Bilimci görüş, kuralların toplumlararası dayanışmadan doğduğunu ve topluma dayatılarak şekillendiğini söyler. Normcu görüş ise, bağlayıcılığın uluslararası hukukun temel prensibi olan Pacta Sunt Servanda (Ahde Vefa) ilkesine dayandığını savunur.
3) İradeci Görüş: Uluslararası hukuku tamamen devletin iradesine bağlar. Kendi kendini sınırlama gibi teorilerle, devletin iradesinin o yönde şekillendiğini ileri sürer. Bu noktada bir uzlaşı sağlanamamış olması, hukukun dayanağını belirsiz kılmakta ve üstünlüğü konusundaki tartışmaları günümüzde de canlı tutmaktadır.

İç Hukuk ve Uluslararası Hukuk Ayrımı
İç hukuk, gerçek kişiler ile tüzel kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuktur. İç hukukta bir yasama organı mevcuttur; bu yüzden yaptırımlar zorunlu ve bağlayıcıdır. İç hukuk, devletlerin iç hukuku olsa da uluslararası hukukun bir gereği olarak, devletler iç hukuklarını öne sürerek bağlayıcılıktan kaçınamazlar veya gerekçe süremezler. Uluslararası hukukun kaynakları ise biçimsel ve maddi olarak ikiye ayrılır. Biçimsel kaynakların asılları; Uluslararası antlaşmalar, örf ve adet kuralları ile hukukun genel ilkeleridir. Yardımcı kaynaklar ise akademisyenlerin görüşleri (doktrinler) ve mahkeme kararlarıdır. Ancak, iç hukukta mevcut olan bu zorunluluk mekanizması uluslararası hukukta eksik kaldığı sürece, hukukun üstünlüğü konusunda var olan tartışmalar devam edecektir .
Uluslararası Hukukun Zafiyeti ve Somut Örnekler
Uluslararası hukukun gücü artıyor olsa da, bu ilerleme yavaş ve yetersizdir. Uluslararası hukukun yazıda/sözde üstünlüğüne rağmen, pratikteki zafiyeti en ağır şekilde insanlık dramlarında ortaya çıkmaktadır.
Uluslararası hukukun zorunlu yaptırım mekanizmasından yoksun olması, uluslararası hukukun sadece bir niyet beyanı olarak kalmasına neden olmaktadır. Bu durumun en acı örnekleri şunlardır: Filistin ve Gazze: Gazze’deki son insani kriz ve yaşanan katliamlar, uluslararası hukukun ne kadar seçici işlediğini gözler önüne sermektedir. Savaş hukuku ve insan haklarının açık ihlalleri dile getirilse de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) siyasi engellemeler ve büyük güçlerin rıza göstermemesi nedeniyle, sorumlu tutma mekanizmaları etkili bir şekilde devreye girememektedir. Hukuk, güçlünün siyasi çıkarlarına takılıp kalmaktadır.
Doğu Türkistan (Sincan Uygur Özerk Bölgesi): Uygur Türklerine yönelik uygulamalar, uluslararası toplulukta birçok devlet ve kurum tarafından “soykırım” ve “insanlığa karşı suç” olarak tanımlanmaktadır. Ancak uluslararası hukuk, devletin iç işlerine karışmama prensibi ve Çin’in egemenlik kalkanının arkasına sığınması nedeniyle somut ve zorlayıcı bir müdahale gerçekleştirememektedir. İradeci görüşün, yani devletin iradesinin burada mutlak egemenliğe dönüşerek nasıl adaleti engellediğinin çarpıcı bir göstergesidir. Bu örnekler, uluslararası hukukun sadece teoride değil, apartheid, soykırım ve katliamlar gibi hayati alanlarda dahi daha katı daha zorunlu ve bağlayıcı olması gerektiğini haykırmaktadır.

Sonuç: Zorunluluğa Giden Yol
Uluslararası hukukun kişileri olan devletler, örgütler ve diğer aktörler bu kurallarla ilişki kursa da egemenlik duvarını aşmak zordur. Uluslararası hukukun üstünlüğü ne yazık ki Gazze’de açlık çeken çocuklar ve Doğu Türkistan’da sesi kısılan Uygur Türkleri için şu an bir anlam ifade etmemektedir. Uluslararası hukukun, adındaki üstünlük vaadini yerine getirmesi için rıza zemininden çıkarak, koşulsuz katı ve bağlayıcı yaptırımlar getirmesi şarttır.
Aksi takdirde, bu hukuk dalı, sadece akademik doktrinlerde yer bulan, devletlerin çıkarlarına ters düştüğünde kolayca göz ardı edilen iyi niyetli bir metin olmaktan öteye gidemeyecektir. Uluslararası hukukun üstünlüğü, ancak zorunluluk ve uygulama gücüyle sağlandığında, yazılı bir idealden çıkarak yaşayan bir adalete dönüşebilir.
Kaynakça
- Pazarcı, H. (2025). _Uluslararası Hukuk_ (23. Baskı). Ankara: Turhan Kitabevi.
- Shaw, M. N.(2021). _International Law_ (9th ed.). Cambridge University Press.
- Cassese, A. (2005). _International Law_. Oxford University Press.
- Brownlie, I. (2008). _Principles of Public International Law_ (7th ed.). Oxford University Press.
- Birleşmiş Milletler Antlaşması (1945)
- Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) Kararları.
- United Nations Human Rights Council Reports
- 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. (2023). _Doğu Türkistan ve Gazze’de Uluslararası Hukukun İşlevsizliği Üzerine

