Hayvanlar, hem sosyal hem de ekonomik hayatın içinde herkes için önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle, hukuki düzen içinde de kendilerine bir yer edinmişlerdir. Peki, hayvanların hukuki düzen içinde yer alması, onların yargılanabileceği anlamına gelir mi? Bu sorunun cevabı, şaşırtıcı bir şekilde dönemlere göre değişmektedir. Örneğin, bu soruyu Orta Çağ’da sorsaydık cevabımız “evet” olurdu. Hatta hayvanların dinden aforoz edildiğine dair elimizde mahkeme kayıtları bile vardır. Bu soruyu günümüzde soracak olursak ise, hayvanların verdikleri zararlardan sahiplerinin sorumlu olduğu cevabını veririz. Bunun temel nedeni, hayvanların hukuki bir özne değil, hukuki bir nesne olarak kabul edilmesidir. Ayrıca, yargılanabilmeleri için bir iradeye sahip olmaları gerekir. Ancak hayvanlar için iradeden değil, içgüdüsel davranışlardan söz edebiliriz. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda, günümüzde uygulanan sistemin en doğrusu olduğu söylenebilir. İrade sahibi olmayan bir canlıyı nasıl ve neye göre yargılayabiliriz? Bu yargılamanın dayanağı ne olabilir? Farklı dönemlerde bu soruya nasıl cevaplar verilmiş, inceleyelim.

Orta Çağ’da Hayvanların Yargılanması ve Cezalandırılması
Hayvanlara dair düzenlemelere, günümüz hukukunun temellerini atan Roma Hukuku’ndan bile önce, Eşnunna Yasaları ve Hammurabi Kanunları’nda rastlanmaktadır. Bu yasalarda, hayvanların sebep olduğu zararlardan sahipleri sorumlu tutulmuş ve bu zararın karşılığında belirli bir bedel ödeyerek sorumluluktan kurtulabilmişlerdir. Roma Hukuku’nda da, On İki Levha Kanunu’ndan itibaren aynı sorumluluk düzeni geçerlidir. Hayvan sahibine iki seçenek sunulurdu: Ya hayvanı zarar görene teslim eder ya da oluşan zararı tazmin ederdi. Aslında bu konuda tam bir fikir birliği oluşmamış, Orta Çağ hukukunda da oldukça tartışmalı bir alan hâline gelmiştir. Sonuç olarak, bu dönemde hayvanlar tıpkı insanlar gibi yargılanmış, verdikleri zararlardan bizzat sorumlu tutulmuş ve mahkemeye çıkarılmışlardır. Kimi zaman bu mahkemelerde ölüm cezasına çarptırılmışlar, kimi zaman ise verdikleri zararın büyüklüğüne göre dinden aforoz edilmişlerdir.
Modern Düşünce ve Hayvan Haklarının Evrimi
En sık idam edilen hayvanların başında domuzlar gelmekteydi. Örneğin, 1386 yılında görülen bir davada suçlu bulunan bir domuza insan kıyafetleri giydirilmiş, eldiven takılmış ve yüzüne maske takılarak idam edilmiştir. 1474’te Basel’de, yumurtlaması olağandışı kabul edilen bir tavuk, şeytanla iş birliği yaptığı gerekçesiyle idam edilmiştir. 1713’te Brezilya’daki bir manastırda, rahipler böcek istilasına uğrayınca psikoposa başvurmuşlar ve böceklere dava açılmıştır. Bu yargılamalar da insanlara uygulanan süreçlerle benzer şekilde yürütülmüş; mahkemelerde savcı, hâkim ve avukat bulunmuştur. Örneğin, yukarıda bahsedilen davada böceklerin avukatı, onların da Tanrı’nın yarattığı canlılar olduğunu ve bu nedenle yaşama ve beslenme haklarının bulunduğunu söyleyerek savunma yapmıştır. Sonuç olarak taraflar arasında uzlaşma sağlanmış ve rahiplere, böcekler için farklı bir yaşam alanı oluşturmaları yönünde karar verilmiştir. Tüm bu örnekler bize, cezai sorumluluk söz konusu olduğunda hayvanların insan gibi yargılandığını ve cezalandırıldığını göstermektedir. Peki ama neden? Orta Çağ’da bunun en büyük sebeplerinden biri, hukukun din ve kilise ile iç içe olmasıydı. İnsan dışındaki canlıların da günah işleyebileceğine ve cezalandırılabileceğine inanılıyordu. Hayvanların içgüdüsel olarak sergilediği davranışlar bile, ilahi düzene karşı bir saldırı olarak görülüyordu. Bunun yanı sıra, yargılamaların toplumsal bir yönü de vardı: Toplumun huzurunu sağlamak, düzeni korumak ve halkı korkutarak günahtan uzak tutmak amaçlanıyordu. Ancak insanların günahtan uzak durması için hayvanları yargılamak ve cezalandırmak, ahlaki açıdan ne kadar doğru, tartışılır.

Farklı dönemlerde hayvanlara yönelik bakış açılarına bakalım. 17. yüzyılda Descartes, hayvanları duygusuz, mekanik tepkiler veren “Tanrı’nın makineleri” olarak tanımlamıştır. Modern düşüncenin kurucularından biri olan Descartes’a göre, hayvanların acı karşısında çıkardıkları sesler, kırık bir makineden gelen sesler gibidir. Ne yazık ki bu düşünce, hayvanların uzun yıllar boyunca deneylerde nesne gibi kullanılmasına meşruiyet kazandırmıştır. John Locke ise daha ılımlı bir görüşe sahiptir. Ona göre hayvanlar doğal kaynaklardır ve insanın yararına kullanılması için yaratılmışlardır. Bu düşünceler, 18. ve 19. yüzyıllarda Jeremy Bentham ile değişmeye başlamıştır. Bentham’a göre hayvanların konuşup konuşamadığı değil, acı çekip çekemedikleri önemlidir. Bu nedenle, acı hissedebilen tüm canlılar ahlaki açıdan dikkate alınmalıdır. 20. yüzyılda Tom Regan’ın hak temelli yaklaşımıyla bu anlayış daha da gelişmiştir. Sonuç olarak, günümüzde hayvanlar artık sadece faydalanabileceğimiz birer mal değil, duygulu ve korunması gereken varlıklar olarak görülmektedir. Ancak hâlâ insanlar gibi doğrudan hak sahibi bireyler olarak kabul edilmemektedirler. Türk hukukuna bakacak olursak, 2004 yılında yürürlüğe giren Hayvanları Koruma Kanunu bu alandaki en temel düzenlemeyi oluşturur. Ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu çeşitli uluslararası sözleşmelerle de hayvanların korunmasına yönelik taahhütlerde bulunulmuştur.

Kaynakça
- Vatomsky, S. (2017, Eylül 13). When societies put animals on trial. JSTOR Daily. https://daily.jstor.org/when-societies-put-animals-on-trial/
- Buğaz, M. (2016, Ekim 14). Hayvanlar yargılanabilir mi? Ortaçağ’da hayvanların statüsü. İndigo Dergisi. https://indigodergisi.com/2016/10/hayvanlar-yargilanabilir-mi-ortacag/
- Margaryan, P. (2019, Ekim 29). Akıl almaz 12 Orta Çağ trendi. Arkeofili. https://arkeofili.com/akil-almaz-12-orta-cag-trendi/
- Novasofya. (t.y.). Mahkemedeki hayvanlar: Tarihte hayvan davaları ve infazları. https://novasofya.com/mahkemedeki-hayvanlar-tarihte-hayvan-davalari-ve-infazlari/
- Yüce, T. (2017). ROMA VE TÜRK HUKUKLARINDA HAYVANIN YOL AÇTIĞI ZARARLARDAN DOLAYI HAYVAN TUTUCUSUNUN SORUMLULUĞU. İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 8(2), 393-422.