Hiç şüphesiz ki Osmanlı İmparatorluğu, Türk tarihinin zirvesidir. Kuruluşundan on yedinci yüzyıla kadar genişlemeye devam etmiş, adeta Avrupa’ya bela olmuştur. Batı dünyasında Türk tanımına önayak olmuş, bir dönem “Türk Modası” estirmiştir. Osmanlı Devleti on altıncı yüzyılın süper gücü olarak hüküm sürmüştür. Lâkin devletlerin ve imparatorlukların da tıpkı insanlar gibi ömrü vardır. Bu yaşamın uzun veya kısa sürmesinin bir dalı da dış politikadır. Nitekim Osmanlı dış politikasında yapılan hatalar, verilen tavizler gibi etmenler zaman zaman devletin ömrünü uzatsa da devletin ömrü çoktan tamamlanmıştı. Avrupa tarafından “hasta adam” olarak adlandırılan Osmanlı, I. Dünya Savaşı öncesinde çoktan bölünmüştü.

Osmanlı’da Güç Dengesi Politikası ve Dış İlişkiler

On dokuzuncu yüzyıla kadar Osmanlı İmparatorluğu bozulan devlet yapısını reformlarla düzeltmeye çalıştı. Devlet her ne kadar üç kıtaya yayılmış olarak gözükse de siyasi ve iktisadi birliği ne yazık ki yoktu.[1] Osmanlı toprağı olan Mısır’dan kalkan Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın ordusu İstanbul’a ilerlerken, Osmanlı hem Ruslardan hem de İngilizlerden yardım almıştı.

Osmanlı’nın son dönemlerde merkezdeki dış politika siyaseti “güç dengesi” idi. Özellikle büyük yenilgiler aldığı Rusya’ya karşı İngiltere’yi kullanıyordu. Bunun altında İngiltere ve diğer Avrupalı devletlerin çıkarları yatıyordu: Rusların Akdeniz’e inmesi, Osmanlı’nın parçalanma durumunda nasıl paylaşılacağı ve tabi ki de kapitülasyonlar… Yani kısacası Avrupalı devletler için Osmanlı İmparatorluğu tam olarak bir tampon devletti. Özellikle İngiltere için Osmanlı toprak bütünlüğü Fransa ve Rusya karşısında oldukça önemliydi. Osmanlı’nın ayakta kalması, Rusya ve Fransa’ya karşı gücün dengelenmesiydi. Nitekim ne zaman Rusya Osmanlı karşısında güçlense veya Osmanlı’ya ağır bir yenilgi aldırsa, İngiltere Ruslara geri adım attırmıştır. Kavalalı olaylarından sonra 1853 Kırım Savaşı’nın kazanılmasının en büyük sebeplerinden biri de boğazlardan Karadeniz’e geçirilen İngiliz ve Fransız gemileridir. Savaş sonucunda ise Osmanlı için kısa bir süreliğine Rus tehdidi olmayan döneme girildi. Daha sonrasında Balkanlar’da çıkan isyanların bastırılması İngiltere tarafından sorgulandı. Bundan dolayı İngiltere, 93 Harbi’nde sessiz kaldı ta ki Ruslar İstanbul’a yürüyene kadar. Boğazların Ruslara geçmesini istemeyen İngiltere, son anda Osmanlı’ya yardım gönderdi fakat yardımın karşılığı olarak Kıbrıs’ı işgal etti. Böylelikle Osmanlı, İngiltere tarafından direkt olarak tehdit algılamaya başladı. II. Abdülhamid döneminde ise bu dengeleme politikası yavaş yavaş sona erdi.

Dış politikanın oluşmasında ise padişahlar ve devlet adamları ön plana çıkmaktadır. Tanzimat zamanında çeşitli devlet adamları politika yapımında öne çıkmıştır. Fakat istikrarlı bir dış politika izlenmediği için bu dönemde izlenen politikalar 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında etkisini felaketle göstermiştir.[2] Öncelikle Mustafa Reşit Paşa ve Fuat Paşa gibi İngiltere ile yakın ilişkilere giren hariciyeciler, daha sonra yerini Rus yanlısı olan “Nedimoff” lakaplı Nedim Paşa’ya bıraktı. Bu politikanın sonucu olarak 1887-78 yılında Rusya ile yapılan savaşta İngiltere ve Fransa, Osmanlı’yı desteklemedi. İki kutbunda eleştirilmesiyle birlikte II. Abdülhamid dönemine gelindiğinde hariciyeciler dış politika yapımında etkilerini kaybetti. II. Abdülhamid döneminin dış politikada karar verici padişah, uygulayıcı ise bürokratlardı. Bu durum İttihat ve Terakki yönetiminin başa gelmesiyle değişti. Politika yapıcıları artık padişah değil, devlet adamlarıydı.

II. Abdülhamid Dönemi ve Almanya ile Yakınlaşma

II. Abdülhamid’in devrilmesiyle ve İttihatçıların iktidara gelmesiyle birlikte dengeleme politikası tekrar gündeme geldi. I. Balkan Savaşı sonucunda İngilizlerin kapısı tekrar çalındı. Osmanlı I. Dünya Savaşı yakınken kazanan tarafta yer almak istiyordu fakat uluslararası arena buna izin vermedi. İngiltere, Fransa ve Rusya ile bir ittifak oluşturmuştu ve Avrupa’da kurulan bu yeni güç dengesinin bozulmasını istemiyordu. Bunlara karşın İngiltere ile çeşitli savunma anlaşmaları imzalandı. Osmanlı, İngiltere’den son teknoloji iki zırhlı savaş gemisi sipariş etti fakat İngiltere parası ödenmiş bu gemileri savaş sebebiyle Osmanlı’ya vermedi. Osmanlı’yı kabul etmeyen İtilaf Devletleri, Türkleri Almanya yanında savaşa girmeye zorladı.

Almanya’ya yakınlaşma süreci II. Abdülhamid devrinde başlamıştır. 93 Harbi’nde İngiltere’nin sessiz kalması ve savaştan sonra bazı doğu vilayetlerinin yine İngiltere tarafından işgal edilmesi İstanbul’a rahatsızlık vermişti. Padişah, Ali Nizami Paşa ve Reşit Bey’i Almanya’ya demiryolu ve askeri anlaşmalar yapmak üzere gönderdi. Otto von Bismarck’ın barışçıl siyaseti sebebiyle bürokratlar herhangi bir anlaşma imzalayamadı. Bismack’ın barışçıl politikasına nazaran Kral II. Wilhelm daha aktif bir dış politika istiyordu. Bismarck’ın görevden alınmasıyla birlikte Wilhelm, Osmanlı lehine bir siyaset gütmeye başladı. Bunları yaparken de Osmanlı’nın dağılması sonucunda nasıl pay alacağına dair İngiltere ile gizli görüşmeler yapmaktan geri kalmadı.

II. Wilhelm’in asıl istediği şey İngiltere’nin zayıflamasıydı. Bunun, İngiliz sömürgelerindeki Müslüman nüfusun ayaklanmasıyla gerçekleşeceğini düşündü. Halifeliğin Araplara geçmesini isteyen İngiltere karşısında Wilhelm Osmanlı’yı destekledi. Halifelik makamı sayesinde İngiltere sömürgelerinden mahrum kalacak, Almanya bu sayede Avrupa’da başarı gösterecekti.

II. Abdülhamid’in devrilmesinden sonra Almanya ile ilişkiler bozulmadı. Balkan Savaş’ında Almanya’nın Osmanlı’ya yardım etmemesi İttihatçıları kızdırsa da I. Dünya Savaşı’nın yaklaşması sebebiyle bu kızgınlık geri planda kaldı. Sadrazam Said Halim Paşa’nın ordu reformu için bir general talep etmesi ve bunun üzerine Otto Liman von Sanders’in gönderilmesi de cabası. İstanbul’da nüfuzunu iyice arttıran Almanya, I. Dünya Savaşı’na Osmanlı’nın bir an önce katılması için büyük çaba sarf etti. Nitekim boğazlardan geçirilen iki Alman savaş gemisinin Rus limanlarını bombalamasıyla altı asırlık devletin sonunun başlangıcı ateşlendi.

Sonuç Olarak

Osmanlı İmparatorluğu yavaş yavaş ömrünü tamamlarken çeşitli politikalar ve fikirlerle ayakta tutuldu. Öyle ki devlet, kendi içindeki isyanları bile dış yardım olmadan bastıramaz hale gelmişti.   

Son dönem Osmanlı dış politikasında güç dengesi baz alınsa da çeşitli devlet adamlarınca bu güç dengesi yanlış kullanılmış ya İngiltere’ye aşırı bağlılık gösterilmiş ya da zamansız bir şekilde Ruslara yakınlaşılmıştı. Bu istikrarsızlık sadece dış politikada değil, yapıcıların ve uygulayıcıların zaman zaman bürokratlar ve padişahlar arasındaki değişimde de kendini göstermiştir. I. Dünya Savaşı yaklaşırken Osmanlı için İngiltere dengeleyici olmaktan çıkmış, yükselen güç Almanya ile ittifak yapılmıştır. İttifak Devletleri ile girilen I. Dünya Savaşı sonucunda da devlet ömrünü tamamlamıştır.

[1] İnalcık, Halil (2019, “Tanzimat ve Bulgular Meselesi”, 5. Baskı, İstanbul: Kronik Kitap, s.25

[2] Balcı, Ali (2021), “Türkiye Dış Politikası İlkeler, Aktörler ve Uygulamalar”, 4. Baskı, İstanbul: Alfa Yayınları, s.37

Add Your Comment