Ege, Türkçe ismiyle Adalar Denizi tarih boyunca jeopolitik unsuruyla öne çıkmış, birçok millet, devlet gibi irili ufaklı kurum veya gruplar hüküm sürmek istemiştir. Ege üzerindeki adaların büyük bir kısmı irili ufaklı kayalıklar ve adacıklardan oluşsa da Karadeniz’e açılan bir geçit olması sebebiyle önemini korumaktadır.
Türk Hakimiyetinden Lozan’a: Ege Adalarının Kayıp Süreci
Hiç şüphesiz uzun yıllar Türklerin hakimiyetinde kalan bu adalar, Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte kurulan yeni Türk devletinin siyasi çerçevesinde birçok güruh tarafından kullanılmaktadır. Hatta zaman zaman adalar mevzusu, sosyal platformlarda da “Paşam, adalar nerede?” gibi mizah unsurlarıyla gündeme getirilmektedir. Sahiden, adalar nerede?
Bu soruya yanıt bulmak için öncelikle bölgenin hakimiyetimizden itibaren tarihine bakılmalı ve siyasi düşünceler bir tarafa bırakılmalıdır. Kısacası Türklerin Ege hakimiyeti kısa bir süre Emir Çaka Bey ile başlamış, Menteşeoğulları ve Aydınoğulları bu bayrağı taşımıştır. Asıl hakimiyetin başladığı dönem ise II. Mehmed’in İstanbul’u fethettikten sonra adalara da uğramasıdır. Ege adaları 1456 yılında alınmaya başlanmış, 1669’da Girit ve 1718 yılında da İstendil Adası’nın alınmasıyla birlikte[1] 1830 yılına kadar hakimiyet sürülmüştür.

Savaşlar, Anlaşmalar ve Ege Üzerindeki Hak İddiaları
Rusya ile yapılan savaş sonucunda Yunanistan’ın bağımsızlığını 24 Nisan 1830’da tanıyan Osmanlı[2], Ege üzerinde yavaş yavaş güç kaybetmeye başlamıştı. Sonrasında masada kaybedilen Trablusgarp Savaşı sonucunda Uşi Antlaşması imzalanmış ve adalar geçici olarak İtalya’ya bırakılmıştı. Her ne kadar geçici olsa da bu adalar Londra Paktı’yla beraber kalıcı olarak İtalya’nın olmuştu. Diğer adalar da maalesef Balkan Savaşları sonucunda Yunanistan tarafından ele geçirilmişti. Sonrasında Atatürk önderliğinde yapılan Kurtuluş Savaşı sonucunda Türk topraklarına 3 mil uzaklıkta olan adalar Türkiye’nin, diğer adalar Lozan Antlaşması’nın on ikinci maddesi gereğince “gayri askeri statüde” kalma şartıyla Yunanistan’a verilmişti.
Yunanistan’ın bu adaları silahlandırması adalar sorunu denilen kavramı ortaya çıkardı. Antlaşmalara ve uluslararası hukuka aykırı olarak silahlanma günümüzde de devam etmektedir. Adalar sorunu kavramı farklı bir başlıkta ele alınabilir.
Şu ana kadar olan kısım adaların hangi savaşlar ve anlaşmalar sonucunda kaybedildiğini göstermektedir. Şimdi ise Türkiye Cumhuriyeti’nin adalar üzerindeki politikalarını inceleyeceğiz.
Diplomatik Dengeler ve Türkiye’nin Ege Politikası
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Yunanistan ve Türkiye arasındaki ikili ilişkiler, özellikle dönemin başbakanı Venizelos’un çabalarıyla iyileşme dönemine girdi.[3] Hatta 1934 yılında Atatürk, Venizelos tarafından 1934 yılında Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi.[4] Atatürk dönemi Türkiye dış politikasında Ege üzerindeki barış iki ülke tarafından da tahsis edildi.
Ciddi bir kesim adaların İnönü zamanında (1938-1950) fırsat varken geri alınmadığını düşünür. Fakat bu durum bir analizden ziyade siyasi bir argüman olarak kullanılmaktadır. Hatta bu argümanlar ileri giderek İsmet Paşa’nın Lozan’da dahi adaları verdiğini öne sürmektedir. Fakat yukarıda da bahsedildiği gibi bu adalar Lozan öncesinde yapılan savaş ve anlaşmalarla kaybedilmiş, anlaşma hükümlerince kabul edilmiştir.
İnönü dönemi dış politikanın amacı mevcut statükoyu korumak ve bir tarafsızlık politikası gütmektir. İkinci Dünya Savaşı’yla beraber statüko tehlikeye girince, Türkiye İnönü önderliğinde başarılı bir aktif tarafsızlık gerçekleştirmiştir.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde İtalyanlar On İki Ada’yı silahlandırmaya başladı ve Türkiye bu durumdan bir hayli rahatsızlık duydu. Bu rahatsızlığın farkında olan Almanya ve İngiltere, adalar kozunu Türkiye’yi savaşa çekmek için defalarca kullandı. 1939 yılında Hitler önderliğindeki Almanya, savaş öncesinde iyi niyet sunmak amacıyla askerî açıdan önemi olmayan bazı adaları Türkiye’ye bırakma eğilimi gerçekleştirdi. 1941 yılında Ege’deki adaların Almanya tarafından işgal edilmesiyle bu sefer adalar konusu İngiltere tarafından ele alındı. Yunanistan’ın rızasıyla birlikte bazı adaların Türkiye’ye verilmesi teklifi sunuldu fakat bu durum Almanya’yla karşı karşıya gelme tehlikesi gerekçesiyle reddedildi.

Sovyetler Birliği de bu pazarlığa bir dönem dahil oldu. Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne saldırmasıyla birlikte 1941 Aralık ayında İngiltere’ye On İki Ada’nın Türkiye’ye verilmesi teklif edildi. Savaş bitiminde İngiltere, On İki Ada’nın Yunanistan’a verilmesi gerektiğini düşündü. Türkiye ise adaların kendi karasularında olduğunu, güvenlik için önem arz etmesi gibi gerekçelerini sunarak çeşitli öneriler sunmuştu.
Sonuç Olarak
Ege denizinde uzun süre hakimiyet sağlayan Türkler, 1828-1829 yıllarında Rusya ile yapılan savaş sonucu Yunanistan’ın bağımsızlığını tanımasıyla beraber bölge üzerindeki hakimiyetini kaybetmeye başlamıştır. Trablusgarp Savaşı neticesinde imzalanan Uşi Antlaşması, Balkan Savaşları gibi faktörler adaların Lozan’dan önce kaybedilmesine sebep olmuştur. Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye’ye 3 mil kadar uzaklıkta olan adalar vatan toprağına dahil edilmiştir. Atatürk döneminde bölge üzerinde iyi ilişkiler kurulmuş, Yunanistan ile iyileşme sürecine gidilmiştir.
Mevcut statükonun korunması taraftarı olan Türkiye, İkinci Dünya Savaşı başlayınca bu statükonun kırılma olasılığıyla karşı karşıya kalmıştır. Bundan dolayı tek parti döneminde dış politika şekillendiricisi olan İnönü, aktif tarafsızlık politikası gütmüştür. Bu politikayı kırmak ve Türkiye’yi savaşa sokmak isteyen Avrupa devletleri, birçok kez adalar meselesini koz olarak kullanmaya çalışmış ve Türkiye’yi savaşa çekmek istemiştir. İnönü’nün tarafsızlık politikası gereği reddettiği bu teklifler, “İsmet İnönü adaları verdi” gibi belirli siyasi argümanlar olarak kullanılmıştır. Fakat şu gerçektir ki tarafsız kalmak için bu teklifleri reddetmek birer zorunluluktur. O dönem yeni kurulan devletin Anadolu’yu tehlikeye atması kabul edilemezdi. Savaş sonrası Türkiye’nin güvenlik gerekçeleri sunarak adaların geleceğini İngiltere, Yunanistan ve Türkiye tarafından kurulacak bir komisyonun belirlemesini istemesi; adaların önemsenmedi tezini çürütmektedir.
[1] Kurumahmut A, Hami S. (2004), Ege’de Gri Bölgeler Unutul(may)an Türk Adaları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara
[2] Ak G. (2014), Ege’deki Hayalet: Türk-Yunan Deniz Sınırı, Durum ve Etkileri, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı 20, s. 262.
[3] Emrence, C. (2002), Rearticulating the Local, Regional and Turkish Studies. Cilt: 8, No: 1, s.51-76
[4] Tayyar Arı, “Türkiye Dış Politikası”, Aralık 2021, s.78, İstanbul

