Oblomovluk
Bu kitapta önemli olan Oblomov değil, Oblomovluktur.’’ – Dobrolyubov.
Peki nedir bu Oblomovluk ve nasıl ortaya çıkar? Oblomovlukla mücadele eden kişi yalnızca büyük görevlerden ya da hayallerden kaçmaz; aksine, onu sadece yataktan kaldıracak kadar küçük bir görevden bile uzak durur. Bu kaçış, isteksizlikten ya da bilinçsizlikten kaynaklanmaz; aksine, kişi hayalleri konusunda isteklidir ve davranışlarının sonuçlarını bilir. Yani Oblomovluk, hayata karşı bir isteksizlikten değil, eyleme geçmeye karşı bir isteksizlikten doğar. Ancak bu durum sıradan tembellikle karıştırılmamalıdır. Daha çok bir uyuşukluktur. İşte İlya İlyiç Oblomov da tam olarak bundan muzdariptir.
Hikayesi
İlya İlyiç Oblomov, yıkılmakta olan bir toplum düzeninde, Rus derebeyi sınıfına mensup bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluk arkadaşı Ştolts gibi Alman öğretmenlerden iyi bir eğitim almış olmasına rağmen, Ştolts her geçen gün daha da yükselirken Oblomov her geçen gün daha da sönüp gitmişti. Bunun en büyük sebeplerinden biri, ailesinin ona ilmek ilmek işlediği aşırı rahatlık ve fazla korumacılıktı. Örneğin, Oblomov bir gün kar yağarken ailesinden gizlice dışarı çıkıp diğer çocuklarla kartopu oynamaya gitmişti. Ailesi onun evde olmadığını fark ettiğinde büyük bir telaş kopmuş, Oblomov’u bulduklarında zorla eve götürmüşlerdi. Hastalanmaması için akşama kadar ona sıcak şerbetler, ıhlamurlar içirmiş ve günlerce yataktan çıkmasına izin vermemişlerdi. Belki her şeyi düşünmüşlerdi ama Oblomov’a gerçekten iyi gelecek tek şeyin yeniden kartopu oynaması olduğunu görememişlerdi. İşte Oblomov’un çocukluğu aşağı yukarı böyle geçmişti. Ailesinin aşırı korumacılığı ve ona sağladıkları rahatlık, Oblomov’un kişiliğinde hayatı boyunca silemeyeceği izler bırakmıştı. Bu yüzden Oblomov yaşça büyüdüğünde bile sabahtan akşama kadar yataktan çıkmaz, çıkması gerektiğinde ise bunu ancak hizmetçisi Zahar’ın yardımıyla yapabilirdi. Kâhyasından gelen önemli bir mektubu günlerce yanıtlamayı ertelemiş, en sonunda çalışma masasına oturup cevaplamaya çalıştığında ise elinden hiçbir şey gelmemişti. Bunların sebebi isteksizlik değil; isteyip de bir türlü harekete geçememesiydi. Ama işler değişecekti. Çocukluk arkadaşı Ştolts’un yeniden hayatına girmesiyle Oblomov’un bu durağan yaşamında küçük de olsa bir kıpırtı başladı. Ştolts, her anlamda onun tam zıddıydı: çalışkan ve enerjikti. Onda, Oblomov’un asla sahip olamadığı bir canlılık vardı. Ştolts’un her sözü, her hareketi, Oblomov’un içinde bir hayranlık uyandırıyor ama aynı zamanda onda bir eziklik duygusu da bırakıyordu. Bazı zamanlar “Ben de böyle olabilirim” diye düşündüğü anlar oluyordu, ama hemen ardından yine kendine yenik düşüyordu. Sonra hayatına Olga girdi. Olga, Oblomov için yalnızca bir kadın değildi; o, uzun zamandır hissetmediği bir duygunun vücut bulmuş haliydi. Onun yanında Oblomov hâlâ kendisi için bir umut olduğunu sanmıştı. Olga ile yaptığı sohbetler, ona bir tür uyanış gibi geliyordu; yıllardır içinde uyuyan her duygu, onun sesiyle uyanıyordu. Oblomov, Olga’yı düşündüğünde yatağından kalkmak için bir sebep buluyor, geleceğe dair umutlanıyor, hatta kısa bir süre için “Oblomovluk” zincirlerini kırabileceğine inanıyordu.

Ama bu uyanış kalıcı olmadı. Ştolts’un enerjisi ve Olga’nın sevgisi onu kısa bir süreliğine uyandırmış olsa da, bir türlü o yataktan kaldıramadı. Oblomov kendini ne kadar değiştirmek isterse istesin, en ufak bir çaba gerektiren anda yeniden yatağına dönüyor; hayallerini gerçeğe dönüştürmek yerine zihninde yaşamayı tercih ediyordu. Bu, yalnızca kendini değil, Olga’yı da tüketiyordu. Olga, onun içinde büyük bir potansiyel gördü; ama o potansiyel hep hayal olarak kaldı. Oblomov artık değişmeyecekti. Her zaman bir şeyleri yapmak isteyecek, belki de çalışmak, hatta yeniden sevmek isteyecekti ama bütün bunları sadece istemekle kalacaktı. O ilk adımı asla atamayacak; Ştolts ve Olga’dan uzaklaşmasıyla birlikte daha da içine kapanacaktı.
Aslında Oblomov’un hikâyesi yalnızca bir adamın hikâyesi değil, bir dönemin ve bir sınıfın hikâyesidir. Kitabın yazarı İvan Aleksandroviç Gonçarov, aslında Ştolts-Oblomov ikilisiyle eski ve yeni Rusya’yı, Doğu’yla Batı’yı karşı karşıya koymuştur. Bu yüzden Ştolts ve Oblomov asla birbirlerini tam anlamıyla anlayamayacaktır. Ayrıca Gonçarov bu karşıtlığı ele alırken duygularını ve dramını bir iç dökme edasıyla değil, tersine bir gözlemci edasıyla aktarmıştır bizlere. Sadece dönemin Rusya’sıyla sınırlı kalmamış; her dönemde insanın kendinden bir parça bulacağı bir eser haline gelmiştir. Bugün bile hayallerini erteleyen, yapmak isteyip de yapmayan, sürekli yarına bırakan herkesin içinde vardır bu Oblomovluk. Ve insan hayallerini gerçekleştirmek yerine zihninde yaşamaya devam ettiği sürece de her zaman içinde bir yerlerde tutmaya devam edecektir. İşte eser bu yüzden bu kadar evrenseldir.

