Tarih kendi içinde sayısız savaş barındırır. Güç, ganimet, toprak, statü, özgürlük için yapılanlar bunlardan bazılarıdır. Geleneksel anlayışta sahada güçlü olan savaşı kazanır. Lakin 19. yüzyıldan itibaren savaşları sadece sahada kazanmak yetmemektedir. Öyle savaşlar vardır ki ne kadar direnirseniz direnin, askeri yetersizliklere rağmen ne kadar başarı kazanırsanız kazanın, masada kaybederseniz; o savaşı kaybetmiş olursunuz. Bu da bizi sanatın farklı bir dalı olan diplomasiye yönlendirir. Hayatımızın belirli noktalarında dahi kullandığımız bu sanatın başlıca icracıları hiç şüphesiz devletlerdir. Savaşı sahada kaybetmiş bir devlet, diplomasi sayesinde kendini kazanan tayin edebilir.

Savaşın Sahadan Masaya Taşınması: Diplomasi Sanatı

Sahada kazanılıp masada kaybedilen savaş dendiğinde hiç şüphesiz aklımıza Trablusgarp Savaşı gelir. Enver Paşa, Mustafa Kemal, Albay Nuri (Conker) gibi sayısız kahramanımız İtalyanlara karşı fevkalade bir direnç gösterse de patlak veren Balkan Savaşları sonucunda Afrika toprağı mecburi olarak bırakıldı. Diplomatik bir başarısızlık olan bu savaşı diğerleri de takip etmeye başladı. I. Dünya Savaşı’nda müttefiklerine nazaran savunma anlamında Medine Müdafaası gibi başarılar gösteren Osmanlı, savaşın genel seyri nedeniyle yenik düştü. Sahi, Almanlar yenilince biz de mi yenik sayıldık?

Tüm bu yaşananlar, Türk milletinin sadece silahla değil, siyasetle ve diplomasiyle de savaşmayı öğrenmesi gerektiğini açıkça ortaya koydu. Mondros Mütarekesi’nin ardından ordular terhis edilmeye başlanmış ve ülke bir fiil işgal edilmeye hazırlanmıştı. Daha sonrasında imzalanan Sevr Antlaşması’yla beraber bir milletin onuru yok sayılmıştı. Tam da bu sırada ulu önder Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Kurtuluş Mücadelesi başladı ve bir milletin onurunu yok sayan bu antlaşma yırtıp atıldı. Bu özgürlük mücadelesi aynı zamanda bir diplomatik direnişti.

Kurtuluş Mücadelesinde Sovyetler ve Doğu Cephesi

Kurtuluş Savaşı’ndaki başarının temel ayaklarından biri İngiltere ve Soyvetler arasındaki çatışmanın etkili bir biçimde kullanılmasıdır.[i] Mustafa Kemal önderliğindeki kadroya göre Ruslar, batılı güçlere karşı bir denge unsuru olarak kullanılmalıydı. Kurtuluş Savaşı’nın Bolşeviklere “emperyalizme karşı mücadele” olarak gösterilmesi ve alınan silah yardımı, doğudaki askerlerin batıya kaydırılması Yunanlara karşı harika bir hamleydi.

Sovyetlerle yapılan anlaşma neticesinde yardımların ulaşması için kara bağlantısı gerekiyordu. Buradaki engel ise Ermenistan’dı. Bundan mütevellit, Kazım Karabekir ordusuyla beraber Kars ve Ardahan’ı geri aldı, daha sonrasında ise Ermenilerle Gümrü Anlaşması imzalandı. Türklerin daha fazla ilerlemesini istemeyen Ruslar ise Ermenistan’ın kalan kısmını işgal etti. Sonrasında Ruslar Gürcistan’a hareket edince Türkler de harekete geçti ve Batum alındı. Bu iki olay neticesinde Anadolu ve Sovyet hareketi karşı karşıya geldi. Sovyetler Birliği ile “Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması” gerçekleşti ve bu anlaşmaya göre Misak-ı Milli sınırları dahilinde Ankara Hükümeti tanındı. Fakat, 1921’de imzalanan Kars Antlaşması ile Batum Gürcistan’a bırakıldı. Sovyetlerin desteği Batum’dan daha değerliydi. [ii] Sovyet tarafının tavizi ise “ideoloji” idi. Verilen taahhüde göre iki devlet de diğer devletlerin hükümetini devirme amacı güden oluşumlara izin vermeyecekti. Yani, Sovyetler Türkiye içinde bir komünist oluşuma izin vermeyecek veya bu oluşumlara destek vermeyecekti. Böylelikle bu tarz hareketler en önemli destekten mahrum bırakılmış oldu. Daha sonra gerçekleşecek olan Balkanlar’daki komünist devrimlere baktığımızda bu hamlenin önemi daha rahat anlaşılıyor.

Güney Cephesi: Silahsız Direnişin Diplomatik Zaferi

Güneyde ise İtalya ve Fransa birliklerinin silah bırakması savaşın bir diğer önemli noktasıdır. İzmir’in Yunanlara verilmesine feci sinirlenen İtalyanlar, TBMM ile kurduğu gizli temas ile ellerindeki silah, top, cephane gibi malzemeleri Türk tarafına bırakması İtalya’nın da işine geldi. Hatta Millî Mücadele boyunca İtalya hükümeti ile zaman zaman iyi ilişkiler de kuruldu. Tabii ki bunun en büyük nedeni İtalya’nın bizi çok sevmesi değil, haksızlığa uğradığı düşüncesiyle Yunanistan’a cephe almasıdır. Fransa’yla ise 1921’de imzalanan Ankara Anlaşması ile devlet resmi olarak kurulmadan ilk kez Avrupalı bir devlet tarafından tanınmış oldu. Kuvâ-yi Milliye sayesinde Ankara Hükümeti, Güney Cephesini hem asker göndermeden kazanmış oldu hem de iki ülkenin geri çekilirken Anadolu’ya bıraktığı silahlar ile büyük bir kazanım elde etti. İtalya’nın İzmir acısı iyi kullanılmış, Fransa ve Sovyet arasındaki denge oyunu da iyi güdülmüştü. 1939 yılında Hatay’ın geri alınacağını da hesaba katarsak, Güney Cephesi bir diplomatik başarıdır.

Batı Cephesi ve Yunanistan’ın Siyasi Çöküşü

Batıdaki en büyük gelişme ise 14 Kasım 1920’de gerçekleşen Yunanistan seçimleriydi. İngiltere’nin tam desteğini alan Venizelos seçimleri kaybetti. Bu İngilizler için bir yenilgiydi. Yeni yönetim İzmir’le yetinmemiş, Anadolu’nun kalanını da istemekteydi. Yunanların bu girişimi Avrupalıların hoşuna gitmedi ve desteklerini çekmesine neden oldu. Batı’nın desteğini çekmesi Yunanistan’ın savaşı kaybetmesine önayak oldu.[iii] Büyük Taarruz ile Yunanlar adeta Ege Denizi’ne, Türkçe ismiyle ise Adalar Denizi’ne itildi. 9 Eylül 1922’de ise İzmir’de tekrar şanlı Türk bayrağı dalgalandı. Seçimi Venizelos kazansaydı ne olurdu bilinmez fakat buradaki politika unsuru Kurtuluş Mücadelesi için yadsınamaz bir etmendir. Yunanların defedilmesinden sonra karşı karşıya kalınan İngilizler ile sorunlar Lozan’da çözülmeye çalışılmış, İngiltere’nin Türk Hükümetine mutlak egemen bir devlet değilmişçesine davranması barış sürecinin birçok kez tıkanmasına sebep olmuştur.

Sonuç Olarak

Diplomasi sanatı savaşların, mücadelelerin başarılı olması için mutlak önem arz etmekte. Sahada kazanılan bir savaşın mutlak zafere dönüşmesi için masada da kazanılması günümüzde bir şarttır. Kurtuluş Savaşı’nda ise bu durum çok daha önem arz etmiştir. Geçmişten alınan dersler ile Mustafa Kemal ve arkadaşları bu konu üzerinde daha dikkatli ve ısrarcı olmuşlardır. Sovyetler ile yapılan dostluk anlaşmaları, alınan yardımlar, mücadelenin emperyalizme karşı olduğu vurgusu ve adeta bir güç dengesi unsuru olarak kullanılması gerçek bir diplomasidir. Öte yandan Güney Cephesi’nde düzenli ordu kullanılmamış, üstüne işgalci güçlerin bıraktığı silahlar sayesinde batıya destek sağlanmıştır. Ve Yunanistan’ın İngiliz destekli hükümetin seçimleri kaybetmesi de cabasıdır. Kurtuluş Savaşı hem sahada hem de masada kazanılmış bir savaş; bir milletin küllerinden doğma hikayesidir.

[i] William Hale, “Turkish Foreign Policy Since 1774, 2013, s.31, London: Routledge; Bülent Gökay, “Emparyalizm ve Bolşevizm Arasında Türkiye”, 2006.

[ii] Tayyar Arı, “Türkiye Dış Politikası”, Aralık 2021, s.65, İstanbul

[iii] TDP, Oran Baskın “Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar”, Cilt I, 6. Baskı, 2004, sy. 186

Add Your Comment