Tam olarak kökeni hakkında bilgi sahibi olamasak da Yemen’den ya da Etiyopya’dan çıktığı söylenen kahve, Osmanlı topraklarına Şazeliye Tarikatı aracılığıyla Mekke üzerinden gelmiştir. Başlangıçta kahve çekirdekleri ezilerek hamur hâlinde tüketilirken, 15. yüzyılın sonlarıyla 16. yüzyılın başlarında sağlığa faydalı olduğu düşüncesiyle içecek olarak tüketimi yaygınlaşmıştır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde, göçmen tüccarlarla birlikte kahvehane kültürünün başlaması, kahve tüketimi üzerine çeşitli tartışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dönemin şeyhülislamı olan Ebussuud Efendi’ye kahvenin caiz olup olmadığı hakkında sorular yöneltilmiştir.

Osmanlı’da Kahvenin Yayılışı ve Kahvehane Kültürünün Doğuşu

Başlarda kayıtlı kahvehane sayısı 50 iken, 40 yıl içerisinde bu sayı 600’lere kadar çıkmıştır. Aslında bu durum, kahvenin ne kadar hızlı yayılan bir alışkanlık hâline geldiğini göstermektedir. Belki de bu hızlı yayılmanın bir sonucu olarak, “kahvehanelerde aylak adamlar olur” düşüncesi Kanuni ölmeden önce yaygınlaşmaya başlamış ve kahvehaneler sefih bir kültürün parçası olarak görülmeye başlanmıştır. İlerleyen dönemlerde kahvehanelerin kapatılması ise, sanılanın aksine, içeride dönen illegal faaliyetlerden değil; siyaseten sarayı ya da dini anlamda otoriteyi rahatsız eden fikirlerin konuşulmasından kaynaklanmıştır. Hatta başlarda kahveye helal fetvası veren Ebussuud Efendi, sonraları kahve tüketiminin caiz olmadığını dile getirmiştir.

Tüm bunlara bakıldığında, Osmanlı’da kahvehanelerin ilk kamusal alan niteliği taşıdığını söylemek mümkündür. Çünkü kahvehanelerde sadece oyunlar oynanmakla kalmaz; gündelik hayat, gazeteler, siyaset ve ekonomi gibi konular da konuşulurdu. Zamanla bu kahvehaneler; kitapların okunduğu kıraathaneler, imamla cemaatin sohbet ettiği cemaat kahvehaneleri ve âşık atışmalarının yapıldığı âşık kahvehaneleri gibi türlere ayrılmıştır. Ancak bu durum, devletin tehdit algıladığı dönemlerde tehlikeli görülmüş ve kahvehaneler yasaklanmıştır. Bu konuda en sert yaptırımları uygulayan IV. Murat, kahvehanede kahve içtiği tespit edilen kişileri idam ettirmiştir. II. Mahmud ise kahvehanelerde siyaset ve din konuşulmasını yasaklamıştır. Bu örneklerin aksine, II. Abdülhamid farklı bir yol izleyerek kahvehaneleri yasaklamamış, buralarda konuşulanları öğrenmek amacıyla adamlarını kahvehanelere göndermiştir. Örneğin, Rıza Tevfik’in bir kahvehanede “Devlet için ideal yönetim şekli nedir?” sorusunu tartışmaya açtığı öğrenilmiş ve bunun sonucunda Askerî Tıbbiye’den atılmıştır.

Sonuç Olarak

Kahvehanelerin dinî ve etnik bakımdan belli ölçüde ayrıldığı bilinmektedir. Örneğin, Rum mahallesindeki kahvehaneye genellikle Rumlar, Yahudi mahallesindekine ise Yahudiler giderdi. Ancak bu ayrım kesin değildi; özellikle mahalle sınırlarındaki kahvehanelerde farklı din ve etnik kökenden insanlar bir araya gelebiliyordu. Bu yönüyle kahvehaneler, sadece sosyalleşme alanı değil, aynı zamanda farklı toplumsal kesimlerin bir araya gelip etkileşim kurabildiği önemli kamusal mekânlardı. Toplumsal ayrışmanın değil, bir birleşimin göstergesi olan bu alanlar, Osmanlı toplumunun yapısını yansıttığı gibi, modern ve seküler toplum anlayışının da ilklerini barındırıyordu. Bu nedenle kahvehaneler, sadece kültürel değil, toplumsal bütünleşme açısından da tarih sahnesin de büyük önem arz ediyordu.

Add Your Comment